Medya Konuşmaları VII: Internet Gazeteciliği

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Bugün zamanımızda medyada en önemli gelişme noktalarından bir tanesi olarak görünen, çok önemli bir geleceği de olduğu söylenen internet gazteciliği üzerinde konuşmak için, Bağımsız İletişim Ağı, ya da kısaca Bianet diye de adlandırılan ağın kurucularından ve yazarlarından Ertuğrul Kürkçü ile beraberiz. Hoşgeldin.

 

Ertuğrul Kürkçü: Merhaba, hoşbulduk.

 

ÖM: Genel olarak medyanın durumundan başlayalım istersen, sonra neden internet gazeteciliğinin önem kazandığından ve sizi Bianet’i kurmaya iten nedenlerden söz edelim.

 

EK: Bianet, medyanın 1990’larda içine girmiş olduğu büyük çöküntü ile gerçek haber kaynaklarına duyulan ihtiyacın birarada işlemesinin sonuçlarından biri. Çünkü 2000’lerin başındaki iki büyük mali krizin gösterdiği gibi banka sermayesi ile medya sermayesi arasındaki uğursuz evlilik, Türkiye medyası açısından son derece vahim sonuçlara yol açtı, bir dezenformasyon ortamı hakim oldu. Bu ortamda, seslerini duyuramayan kesimlerin arayışları başladı. Aslında biz bir bakıma onların dertlerinin çözümü için bir aracı, bir tercüman rolü oynadık. İşin esası, Bianet projesi doğrudan doğruya bizim de değil, bunun çok özgün bir sahibi de yok ama sonuçta ne diyelim, bizim üstümüze kaldı, bizim elimizle yürütülüyor. Bu projeyi ilk akıl eden, daha doğrusu ayrı bir mecraya ihtiyaç olduğunu ilk düşünen ve bizim kapımızı çalanlar Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin yöneticileri olmuştu 1996 yılında., bir bakıma Türkiye’nin ‘think tank’i diyebileceğimiz, çok sayıda araştırmacı grubu ve kişiyi barındıran, Türkiye’nin temel meselelerine kafa yoran meslek erbabının meslek örgütü. Özellikle enerji krizi dolayısıyla vermek istediği mesajların duyulamadığından, bunların aktarılamadığından yakınarak kendine bir haber ajans kurup kuramayacağını araştırmak için bizim kapımızı çaldı. Zaten arkadaşlarımızdı yöneticiler, ama biz de o zaman iletişim ve kalkınma alanındaki projeleri desteklemeyi amaçlayan bir vakıf oluşturmuş idik. Kendimize göre basit, küçük haber işleriyle ilgileniyorduk, araştırma projeleriyle. Bu arayışın imkânlarının olup olmadığını ortaya çıkartmak için 6 aylık bir saha araştırması yürüttük. Bu yeni aranışa cevap verecek kurumlar olup olmdığına baktık. Ortak toplantılar düzenledik. O tarih kritik, Türkiye’de özel radyoculuğun patladığı yıllardı, radyolar kapatılacak, kapatılmayacak tartışmasının olduğu, sizin de içinde yaşadığınız dönem. O nedenle bu tartışmaya yerel medya da ilgi gösterdi ve ortaya TMMOB’nin de varsaydığından, bizim de varsaydığımızdan, bu tartışmaya katılanların da varsaydığından farklı bir sonuç çıktı. Birincisi bir haber ajansı olamaz, çünkü bu çok masraflı, merkezi bir aygıta gerek duyulan, başka bir şeyde ihtisaslaşmış bir kuruluşun patronajı altında yönetilemeyecek olan bir iş. Ama bu kadar masraflı ve bu kadar zahmetli bir işin altından başka türlü kalkmanın mümkün olduğu, bütün bu küçük küçük yapıları biraraya getirerek bunların dayanışmasından pekala bambaşka bir sinerji doğabileceği  anlaşıldı. Aslında biz, yerel medyanın üretim temelinde dayanışmasını varsayan, herkesin kendi ürettiği ürünü bir ortak çanağa koyabileceği, bunları ses, görüntü, metin olarak paylaşabileceği ve yerel oldukları için birbirleriyle rakip olmayacakları, dayanışması kolay, üretimi kolay bir zeminde biraraya getirme fikrine vardık. O zaman da, bu zemin ne olacak sorusunun cevabı olarak internet ortaya çıktı. O zaman, 1996’da internet aslında elektronik posta haberleşmesinden daha fazla bir şey demek değildi.

 

ÖM: Ben de tam onu soracaktım.

 

EK: İnternet bütün dünya ile Türkiye’nin eşzamanlı gittiği ender alanlardan birisi. Amerika’da web yayıncılığı henüz başlar gibiydi, bizde de elektronik posta haberleşmesi olarak görülüyordu. Biz 97 yılında Ankara’da bir ulusal konferans düzenledik; hem yerel medya temsilcileri, radyocular, gazeteciler, televizyoncular, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği, bizim vakıf ve onlara deneyimlerini aktaracak yerli ve yabancı uzmanlardan oluşan bir konferans topladık. Oradaki konulardan bir tanesi de internet haberleşmesi, internetle bilgi alışverişi idi. Şimdi Microsoft’ta oldukça önemli yerlere geldiğini bildiğim, o zaman kendisi henüz işin başında olan bir internet teknolojisi uzmanı bir arkadaşımız vardı, o bir demo yaptı, posta çıkıyor gidiyor, bir adam koşar gibi oluyor, bir imaj, öbür tarafa ulaşıyor, vs. herkes dehşet içinde seyrediyor, şapkadan tavşan çıkıyormuş gibi. Sorulduğunda, “kimin elektronik postadan haberi var?” diye, iki kişi el kaldırdı. Kim doğrudan doğruya internete giriyor, bir kişi el kaldırdı katılımcılar arasında. 97’deki durum buydu.

 

Avi Haligua: Kaç kişilik bir gruptan bahsediyoruz?

 

EK: 120 kişilik bir gruptan bahsediyoruz, büyük çoğunluğu yerel radyo, gazete ve televizyonlarda muhabir, editör, haberci olarak çalışan insanlardı, iletişim fakültesinden, akademisyenler, TMMOB’den, Tabipler Birliği’nden temsilciler. Yani diyebiliriz ki, bunlar Türkiye’nin haber ortamının en esaslı tüketicileri ve küçük çaplı üreticileri. O zaman Türkiye’de de faaliyet gösteren bir intranet zemini gibi, İnfoist diye bir şey vardı, demokratik kitle örgütlerinin, STK’ların kendi aralarındaki haberleşmesi sağlansın diye. O zaman daha Telekom, PTT böyle hizmetler için herhangi bir altyapı hazırlamış değildi, normal dial up bağlantılarla çalışılıyor, vs. Biz de İnfoist’in imkânlarından yararlanmaya çalıştık, ama çok hızlı, 6 ay içerisinde PTT bu konuda servisler vermeye başladı, web yayıncılığıyla ilgili. Biz bir anda fark ettik ki, aslında yeni bir medya ortamı oluşuyor. Biz projemize henüz başlamamıştık, kaynağımız yoktu, para nereden bulacağız, nasıl başlayacağız? Bütün bu ilk dönem, 6 aylık çalışmanın masraflarını kısmen TMMOB kendi kısıtlı bütçesinden karşıladı, kısmen de Heinrich Böll vakfı bu araştırma için kaynak verdi. Ve bunlarla bilgileri topladık, konferansı yaptık, onun sonuçlarını da bir kitapçık olarak yayınladık.

 

ÖM: Siz bir vakıftınız değil mi?

 

EK: Evet, IPS (Inter Press Service) İletişim Vakfı. Biz bu vakfı 1993’de kurduk. O andan başlayarak, yani konferanstan sonra kaynak aramaya çıktık. TMMOB’nin zaten o konuda bir ön bilgisi vardı, biz buna AB’nin MEDA (Akdeniz Demokrasi Fonu ya da Akdeniz Kalkınma Ajansı mı?)’nın insan hakları için verdiği fonlardan kaynak bulabiliriz diye girişimde bulundular. Aslında proje desteklenmeye değer bulundu, fakat dendi “TMMOB’nin medya konusundaki bir çalışması uygun olmuyor, maksatla kuruluş tutarlı olmuyor, dolayısıyla buna medya ile doğrudan ilgilenen bir kuruluş başvursun.” Bunun üzerine biz başvurduk. O arada TMMOB yönetimi değişti, 2000’de dediler ki “tamam, proje başvurunuz kabul edildi, destek çıktı, imzaya gelin.” Biz TMMOB yöneticileri ile görüşmeye gittik, “bizim daha önceki yönetimle bu konuda bir işbirliğimiz var, sizinle ne yapacağız?” dedik. “Biz o kadar işin içerisinde olmak istemiyoruz, yani bu konudaki dayanışmaya sadığız fakat projeyi siz yürütün, biz bu proje ile ilgilenmek istemiyoruz” dediler.

 

ÖM: Aslında daha sağlıklı bir tavır.

 

EK: Evet, fakat tabii bizim yapımız bunun için çok hazırlıklı değil. Bizim vakfımızın üstüne düştü bu iş. Ondan sonra biz projeyi yürütmek için proje koordinatörü, editör, vs. aramaya başladık. Fakat o zamanki medya ortamını o yönden eleştirebiliriz, Türkiye öylesine bir yüksek ücret dönemine girmişti ki medyada, biz kesintiler çıktıktan sonra 2000 yılı fiyatlarıyla bir proje koordinatörüne 1000 Euro karşılığı TL verebiliyorduk. 1000 Euro’yu beğenip de bizimle koordinatör olarak çalışmya razı gelecek bir kıdemli medyacı, bir öğretim üyesi, dil bilen herhangi bir kişi bulamadık. Bu paraya kimse çalışmadı, tenezzül etmedi.

 

ÖM: Bu kriz öncesi dönem.

 

EK: Öyle bir şey ki, bize sümüklüböcek muamelesi yaptılar. Öyle bir duruma düştük ki, bir yandan vakfın yöneticisiyiz, vakfın yürüttüğü projenin doğrudan içine girmek istemiyoruz, aramızda bir akçeli bağ olmasın istiyoruz, fakat öbür taraftan zaman geçiyor, projeyi imzalayalı 3 oldu biz hâlâ koordinatör arıyoruz, her gün görüşmeler yapıyoruz. Giderek daha vasıfsız kişilerle görüşmeye başlar olduk, sonunda baktık ki, medya ile hiç ilişkisi olmayan kişilerle görüşüyoruz. Onun üzerine dedik ki, “biz kendimiz bu işi üstümüze alalım, yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok.” Projeye 2000’de başladık, tabii  önce hemen bir web sitemiz olsun dedik, 96-2000 arasında artık web yayıncılığı diye bir şey çıktı ortaya, onun örnekleri görülmeye başladı. NTVMSNBC yayına başlamıştı yanılmıyorsam. Cumhuriyet gazetesinin haber müdürü Hakan Kara arkadaşımızla görüştük, o dedi ki “bu web sitesini bir uzmana yaptıralım, tanıdıklarım var” dedi. O bize yardımcı olmaya çalışıyordu. Oturduk, insanlarla görüşmeye başladık. O zaman web dünyasının da gözü kararmış vaziyetteydi, basit bir web sitesi tasarımı için çok yüksek telif ücretleri talep edildi, 10-15 bin dolarlardan kapı açıldı, üstelik bu bizim hatırımız için, arada tanıdıklar olduğu için. Ben anladım ki bu işle böyle başa çıkılamayacak, ben bu web masterlarının elinde oyuncak olacağım. Dizimi kırdım, oturdum html kodları ile yazmayı, web sitesi tasarlamayı, bununla ilgili programları kullanmayı öğrenmeye başladım.

 

ÖM: Bizzat sen?

 

EK: Evet.

 

ÖM: Çok ilginç.

 

EK: Tabii aslında gayret edince de oluyor, sonunda anladım ki, ortada bir şey yok, sadece bazı harfleri bilgisayarda başka türlü yazınca sizin bir html kodunuz oluyor. Bunu öğrenince problem çözülüyor. Tabii ama bu kadar kolay değil, yine alt yapı sorunları var, hardware sorunları var. Biz, çok genç, bir meslek yüksek okulunda donanım öğrenimi görmüş Barış diye bir arkadaşla çalışmaya başladık. Barış da bu işi bilmiyordu, birlikte kafasını gözünü yara yara, kimi zaman saatlerde bilgisayarın başında çalıştık.

 

ÖM: Hadi Barış’ı anlıyorum, çünkü o genç, ama senin bu yaşta bu işe soyunman enteresan doğrusu!

 

EK: Ben hep şöyle düşündüm, eğer bir işin en temel kavramlarını ve süreçlerini bilmez isen bu konuda hem karar vermek, hem yenilik yapmak, hem adım atmak konusunda darda kalabilirsin. İkincisi, uzmanların elinde oyuncak olma tehliken var, oysa uzmanlarla birlikte çalışmak önemli. Tabii “ben uzmanlara güvenmiyorum” diye bir şey yok, ama politik sorumluluğu onlar taşımadığı için bu süreçlerde, sizin isteklerinizle imkânlar arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı konusunda sizin de bir sözünüzün olması lazım. Nitekim şimdi artık uğraşmıyorum, ama hakikaten ilk 3 yıl sayfa tasarımından haberlerin düzenlenmesine, fotoğraf seçimine –onunla hâlâ ilgileniyorum-, grafik üretimine kadar herşeyle ilgilendim. Yani diyeceğim, bir internet gazeteciliği meselesiyle ilgilenebilmek için işin iki tarafını, hem internet hem gazetecilik, bu ikisinde de başka türden bir çalışma başlatmak gerekti. Bir tanesi bu işi kendi başına üretebilecek bir ofis, bir büro, bir ekip oluşturmak, ikincisi de haber kaynaklarını bununla ilişkiye sokabilmek. Fakat biz 2000 yılında işe başladığımızda, web sayfamızı hâlâ az çok bir haber ajansının haberlerini sergilediği bir vitrin gibi görüyorduk, yani AA’nın sayfasında ya da Reuters’ın sayfasından yahut APS’nin sayfasından çok farklı bir sayfa düşünmemiştik, çünkü web izleyicisi hâla çok küçük bir azınlıktı Türkiye’de. Ortamın imkânları konusunda da hem yeterli bilgi yoktu hem ortam da çok hızlı ilerlemeler sağlandı. 2001’de biz anladık ki, aslında internet yayıncılığı, internet gazeteciliği bir çok yeni imkânla donanmış vaziyette. Biz bu potansiyellerin çok azını kullanıyoruz, birincisi hipertext özelliğini, yani metinlerin metinlere bağlanması meselesinden yeterince yararlanmıyoruz, bu potansiyeli yeterince kullanmıyoruz. İkincisi, görüntü aktarımı konusunda yeterince iyi çalışmıyoruz ve ses aktarımında yeterince iyi çalışmıyoruz. O yüzden ilk dönem, yani 2000-2001 arasındaki çalışmamız daha çok bu alemin kendine özgülüklerini keşfetmek, bunlarla ilgili düşünmek, denemek, bunların karşılığını bulmaya çalışmak ve bizimle birlikte hareket edebilecek bir habercilik ortamını eğitmekle geçti. Bu arada kendimiz de hakikaten çok ciddi bir eğitimden geçtik, onların nasıl olduğunu bir sonraki bölümde anlatırım.

 

ÖM: Bir de, internet herkesin kendisinin de gazeteci, bir çeşit gazeteci-vatandaş olmasına da yol açıyor.

 

EK: Çok doğru.

ÖM: Onu da bu vesile ile sormak istiyordum. 2000’de de Kore’de Oh diye bir adam, 41 yaşında, “bu iş bitti artık, burası da demokratik bir ülke olacaksa gazeteciliğe de elveda demek lazım klasik anlamında” demiş ve OhmyNews diye bir site kurmuş ve internet 41 yaşında bir kuruşu da olmayan bir adam, “herkes gazeteci olmalı, her vatandaş gazeteci olmalı” diyerek. Sonunda Kore’de ilk kazanan demokrat aday, ilk demecini de buraya vermiş.

 

EK: Bu yanı bize en önemli haber gıdasını sağlıyor zaten. 2000-2003 arasında, Türkiye’de hem internet yayıncılığı, hem internet kullanıcılığı, hem de interneti haber almak maksadıyla kullananların sayısında çok büyük artışlar oldu. Bunda, son dönemlerde geniş bant bağlantı imkânlarının çoğalması, işyerlerinde internete geçilmesi, vs. çok önemli oldu. Benim gözlemlerim, yani trafik analizini doğru yapıyorsam eğer, biz daha çok işyerlerinden ve daha çok mesai saatleri içinde izleniyoruz. Yani bir bakıma aslında internet çalışanların haber alma ortamı. O yüzden de kendiliğinden proleter vasfı olduğunu düşünme eğilimindeyim. Tabii insanların hepsinin o bilinçte olup olmadığı bahsi ayrı. Bu yaygınlığın yarattığı iki tane önemli sonuç oldu, öncelikle yurt dışında yaşayan öğrenciler, daha sonra da Türkiye’de söyleyecek sözü olan ve yaygın medyada kendilerine mecra bulamayan ya da yaygın medyayı kendi mecraları olarak görmeyen insanlar, Bianet’e kendiliklerinden haber, yorum, bilgi, kaynak ulaştırmaya başladılar. Bizim her sabah haber toplantılarımız, nispeteten fakir bir menüyle başlıyor, arkadaşlarımız kıt imkânları ile kendi topladıkları haberleri ya da takip konularını belirliyorlar. Fakat öğlene ve akşama doğru asıl gündem oluşuyor, aslında o gündemi bizimle beraber, birer yurttaş olarak, kendi konularını, kendi çevrelerini, kendi ilgi duydukları şeyleri düşünen ifade etmek isteyenler, çoğu kez bizim editoryal önceliklerimizi ve kavrayışımızı da bildikleri için, ona göre kaleme alınmış metinleri ulaştırıyorlar. Akşam olduğunda, daha önceden bilmediğimiz en az 3-4 kişiden haber, yazı, bilgi almış oluyoruz. Çoğu kez bizim başvurduğumuz uzmanlardan daha bilgece kaleme alınmış analizler olabiliyor. Dolayısıyla biz hep şunu varsayıyoruz, biz içeride çalışan 4 editör, 1 muhabir, 2 tane de yayından sorumlu yönetici, yani toplam 7 kişi değiliz. Biz henüz sayısını bilemediğimiz bir alemiz, o insanları bilmiyoruz ya da o gün bizimle hangisinin işbirliği yapacağını bilmiyoruz.

 

ÖM: Vatandaş-gazeteci dediğim de benim biraz buydu.

 

EK: Tabii, bir bilgisayarı ve bir telefon bağlantısı olan herkes bir medya patronudur artık bu teknoloji temelinde. Ama yaptığı işin etkisi ya da şiddeti, nereye ve ne kadar ulaştığı ile bağlantılı. Bianet daha kısa zamanda daha çok etkiye sahip olmak isteyenlerin seçtiği bir mecra oluyor. Çünkü Bianet, eğer trafik analizleri bizi yanıltmıyorsa, günde 30 bin gerçek kullanıcı tarafından izleniyor, bu bizim çapımızda bir yayın için hiç de azımsanmayacak bir rakam. Yaklaşık günlük ortalama 300 bin sayfa açılıyor, bunlar bizim için iyi, bir etki sayabileceğimiz rakamlar. Bir bloger’ın, günlükçünün bu kadar çok izleyicisi olmayabilir, ama günlükçülük dediğimiz her bir kişinin kendi düşüncelerini, kendi bilgilerini, kendi demek istedikleri her ne ise onu başkalarına, eğer öğrenmek istiyorlarsa, ifade edebileceği bir imkân doğmuş olması, internet yayıncılığı açısından çok önemli, aslında son derece geniş bir özel haber spektrumu oluşuyor anlamına gelir. Onları yansıtmak ya da onlardan yararlanmak sizin açınızdan geleneksel ve klasik haber kaynaklarından çok farklı, yeni bir alemin açıldığı anlamına geliyor. Bu, her evde bir haber var, her evde bir haberci, ya da her bilgisayarın başında bir haberci olabilir demektir ki bunlar arasındaki etkileşimin, sinerjinin henüz bütün sonuçlarını görebilmiş değiliz, tabii ki göreceğiz.

 

ÖM: Blog dediğiniz weblog’dan gelen bireysel gazetecilik değil mi? Herkesin kendi mekânı var.

 

EK: Evet, bu benim evimin önüne çıkıp, düşündüğümü bağırarak söylememden daha etkili bir yöntem.

 

ÖM: Çok daha fazla insana ulaşıyor.

 

EK: Kahvede dedikodu yapabilirim, duvara fırçayı alıp mesajımı yazabilirim, tıpkı bunlar gibi her bir kişiye başkaları ile dolaysız iletişim imkânı sağlıyor.

ÖM: Bizim görebildiğimiz kadarıyla, bu savaş durumda özellikle çok etkili olabiliyor insanların hayatı üzerinde. ABD’nin inkar etmesine rağmen, napalm ya da uranyum uçlu silahlar kullanıldığını bir Amerikan askeri dergisinde gören bir bloger aslında bir internet gazetecisi bunu yazdı ve Amerika bunu kabul etmek zorunda kaldı. Böylesine hayati önemli sonuçları olabiliyor. Aynı şekilde Dahr Jamal adında bir adam Amerika’da ana akım medyasından çok sıkılıp, Irak’a gidip bir süre Bağdat’ta kalıp Iraq Despatches (Irak Postası) diye bağımsız bir site kuruyor.

 

AH: kendisi gazeteci de değildi ayrıca, yani Amerika’da profesyonel bir gazeteci değildi.

 

EK: Blog meselesi gazeteci açısından, kaydı ihtiyatla, ya da latincesinde dendiği gibi “bir tutam tuzla beraber” alınması gereken birşey. Bunların ne kadarının hayal ürünü, ne kadarının gerçek olduğu, ne kadarının doğrulanabilir olduğu konusu çok önemli, hep ihtiyatla ele alınması gereken bir şey. Ama zaten genel olarak web ortamında bilgilenme konusunda bu ihtiyatı hiçbir zaman elden bırakmamanız gerekiyor. Fakat hiç değilse gerçek kişiler olup olmadıklarını test edebilmeliyiz. Bana sorarsanız, künyesi olmayan, kim tarafından yayınlandığı ve kimin sorumlu olduğunu bilmediğimiz web sitelerinden çok daha dürüst ve kabul edilebilir bir şey. Yine de bunun hepsinin bir bilgiye dönüşbilmesi için daha profesyonel olarak, editoryal olarak yeniden işlenmesi gerekebilir, o yüzden, bu kaydı ihtiyatla, çok esaslı bir potansiyel olduğunu söyleyebiliriz.

 

ÖM: Açık kaynak ansiklopedilerde olduğu gibi, Wikipedia’da örneğin, bir süre sonra o beyan esası, her şeyi silip süpürecek bir güvenilirliğe ulaşabiliyor garip bir şekilde.

 

EK: Bizim projemiz açısından bu bireysel katkılar son derece önemli oldu. Tabii biz sadece bununla durmuyoruz, öte yandan bu proje içinde yeşerttiğimiz bir yerel medya ortamı var. Bu ortam bizim için şu açıdan önemli, baştan beri biz yerel medyayı iki nedenle çok önemsedik. Birincisi, her ne kadar yerel iktidar merkezleriyle şu ya da bu şekilde etkileşim içerisinde olsalar da, mali iktisadi açıdan başka herhangi bir merkezi medya kuruluşunun olmayacağı kadar bağımsızlar. Yani onlar genel olarak zaten bir matbaacının yan işi olarak sürüyorlar ya da zaten 500 abone bulduktan sonra sürüp gidebilen gazetelerden söz ediyoruz. Ya da radyolar yine yerel reklam gelirleriyle kendi masraflarıyla başa çıkabilen, dolayısıyla büyük bankalara borçları olmayan, olsa olsa kasaba bakkalına, manifaturacıya borcu olan, ama ondan da reklam alacağı olan yerel alışveriş içerisinde kuruluşlar. Dolayısıyla bağımsızlık potansiyelleri daha yüksek. İkincisi, daha sahiciler, birebir temastalar. Yurttaş gazeteciliği açısından baktığımızda, kendi çevrelerinin dolaysız sözü durumundalar. Tabii ki bu dolaysızlık öte yandan yerel egemenlik söylemi içerisinde birden çok kırılmaya, bozulmaya uğruyor ama böyle bir potansiyel var. İkincisi, Türkiye’de merkezin artık duymadığı ya da duymak istemediği haber ve bilgiler orada var. Mesela bizim açımızdan, ben bunu hep projenin başarı kanıtı gibi gördüm. Biz 2000’de esnaf ayaklanmasını olacağını 1999 kışında biliyorduk. Çünkü bütün yerel medyayı izlediğinizde, yerel esnaf odalarının bilgileri önünüzdeki haber çanağında toplandığında bir şeyin patlayacağını öngörebilirdiniz. Nitekim, 1999 biterken yıl değerlendirmesinde bunları bir şekilde ifade ettik ve 2000’de de patladı. Ama bu merkez medya açısından istense de görünemeyen bir şey çünkü o kaynaklarla artık ilgileri yok, oraya bakmıyorlar. Anadolu Ajansı’ndan gelen o tip haberlerde genellikle görünen ekonomi sayfalarında minicik bir haber olarak kayboluyor. Büyük medya açısından, ki bu Batı’nın büyük medyası için de öyle, dünyanın Kuzey ya da Batı yarımküresi var, Türkiye için de öyle. Türkiye her ne kadar tam oraya dahil değilse de Türkiye medyasına bakın, kendi güneyini asla görmez, Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu’yu... Şimdi İran’da ciddi bir durum var da görmek zorunda kalıyoruz. Ama ABD için, Kuzey Avrupa, Batı Avrupa, Rusya bile ilgi konusu değil. Türkiye’de Ankara, İstanbul, İzmir, iş, eğlence ve spor dünyası ilgi merkezinde. Büyük çoğunluğun yaşadığı küçük yerleşim birimleri, burada süregiden hayat ise, ancak tuhaflık olduğu zaman söz konusu. Dolayısıyla biz bu yerel medya ile olan ilgimizi iki şekilde, bir proje gereği, onlar da proenin bir parçası oldukları için; ikincisi de haber kaynaklarına ulaşmak için çok önemsiyoruz. Ne kadar çok eğitim ilişkisi kurarsak o kadar çok haber kaynağından yararlanabilir olduk. Tabii bizim için buna ayrılabilecek kaynağı sağlamış olmakla ilgiliydi, yoksa bu kâr getirmeyen bir şey olduğu için, ticari olarak yaklaşan bir kuruluşun bunun için kaynak ayıracağını düşünmek imkânsız. Bu bize sonuçta, bu yayın ilkelerini gevşek de olsa benimseyen, kadınlı erkekli, Türkiye çapında yaklaşık bin kişiyle sürekli temas sağladı. Bin kadar insanla eğitim ilişkisi kurduk, bu ilişki dolayısıyla üniversitelerde ders veren akademisyenlerle de başka türden bir ilişki kurma imkânı oldu. Onlar sadece okula gazeteci olmaya gelmiş olanlarla değil, artık gazeteci olmuş ama bunun eğitimini görmemiş olanlarla bir eğitim ilişkisi kurdular. Dolayısıyla üniversite için başka türlü bir deneyim oldu, bizim için bir deneyim oldu ve bize esaslı bir haber kaynağı sağladı. O açıdan baktığımızda, bizim habercilik projemizin önemli ayaklarından bir tanesi de yerel habere özel ilgi göstermek ve yerel haberin değerlendirilmesini sağlamak. Fakat son zamanlarda itiraf etmemiz gerekir ki bunda bir miktar düşüş oldu. Onun nedenlerinden bir tanesi, yerel medyanın da artık kendisini web ortamında ifade edebilir olması. O gün 1997 yılında sadece internetten haberi olan 2 kişi olmasına karşılık, bizim temasta olduğumuz, fakat internette yayın yapmayan bir tane gazete, radyo ya da televizyon yok 2006 itibariyle. Dolayısıyle onlar zaten haberlerini web ortamına koydukları için bizimle ayrı bir ortamdan haberleşmeye ihtiyaçları kalmadı. Ama birbirimizin haberinin de farkında olarak hâlâ yararlanmaya devam ediyoruz.

 

 

Nihayet üçüncü mesele, biz internet yayıncılığı ya da her türlü yayıncılıkta hak haberciliğini merkeze alan bir yaklaşım götürüyoruz. Diyebilirsiniz ki, ne farkı var? Bence bir derinlik farkı var, yani pozitif bir ayrımcılık yapıyorsunuz, hak mücadeleleri konusunda, hak mücadeleleri verenler konusunda ve her bir olgunun hakkı yenenler açısından ne ifade ettiği konusunda.

 

ÖM: Siz ezilenler açısından taraf tutuyorsunuz yani?

 

EK: Evet. Mesela yerel seçimler olduğu zaman, biz yerel seçim sonuçlarını vermekle yetinmiyoruz. Kaç kadın aday vardı? Kaç kadın yerel yönetimlere girebildi? Kaçı belediye başkanı olabildi? Bizi bu da çok ilgilendiriyor, çünkü kadın haklarını gözeten bir habercilik yapmak istiyoruz. Bunu biz istihtam politikamızda da yaşamayı seçiyoruz. Yani Bianet’te istihdam söz konusu olduğunda, oranlar birazcık bozulsa kadınlarda da genel olarak yönetimde de tedirginlik başlıyor. Şu an biz neredeyse yarı yarıya gibiyiz ama %30’u hep tutturmaya çalıştık, bir işe iki aday varsa, nitelikleri eşitse kadın olanı seçmeye çalıştık. Dolayısıyla yaptığımız işi yaşamaya ve kendi yaklaşımımızı habere de yansıtmaya özen gösteriyoruz. Bu açıdan bunun doğrudan doğruya internetle bir ilgisi yok tabii. İnternete geri dönecek olur isek, bizim projemiz kapsamında hak kuruluşları, haber kaynağı olarak çok önemli bir yer işgal ediyor. Dolayısıyla onlarla internet üzerinden haberleşme ve onların da kendilerini internette ya da başka ortamlarda ifade etmeleri için destekte bulunma işini önemsiyoruz. Tabii bunların hepsinin yarattığı bir sinerji var. Bunların toplamı bize bugün, 1997 yılında, ya da 2000 yılında varsayamayacağımız kadar, etkin olduğunu hissettiğimiz bir görünürlük, işitilirlik sağladı. Tabii internet yayıncılığında başka yayıncılıkta olmayan bir imkânı izleyicilerinizin eline veriyorsunuz. Hürriyet gazetesini okuyan birisi okuduğu haberi yanındakine anlatabilir. Ama Bianet’te okunan bir şeyi eğer insanlar benimsiyorlarsa, bunu yüz binlerce kişiye gönderebilirler, iletebilirler. Dolayısıyla internet haberciliğinin çoğaltılabilirlik katsayısı çok yüksek. Biz Açık Radyo’yu da o açıdan çok önemsiyoruz, mesela biz bir haber yapıyoruz ya da bir günlük haber listemiz Açık Radyo’nun eline geçtiğinde, Açık Radyo bunu kolayca işleyebiliyor ve bir haberi birden Açık Radyo’yu o an izleyen, atıyorum 20-3040 bin kişiye de iletebiliyor. Ondan işiten başkasına iletiyor, böylelikle zincirleme gidebiliyor. Öte yandan etkisi küresel, bizim izleyicilerimizin yaklaşık 1/3’ü Türkiye’de yaşamıyor, bunu internet trafiği analizlerinden biliyoruz. Bu 1/3’ün yarısı ABD’de, diğer yarısı Avrupa’da, bir bölüm de Avustralya’da, bunlar çok belli ki göçmen işçiler ya da siyasi sürgünler, ya da orada öğrenim gören öğrenciler. Dolayısıyla biz yaptığımız yayının aynı anda dünyanın her yerinde Türkçe okuyan insanlar tarafından değerlendirildiğini ve bize katkıda bulunabileceğini biliyoruz. O açıdan hatalarımız çok hızlı yüzümüze çarpılıyor ve bunu hızlı düzeltebiliyoruz. İnternetteki yayıncılığın en önemli yanlarından bir tanesi, bir haberi ebediyen barındırmak zorunda olmayışımız.

 

ÖM: Çok çevik.

 

EK: Hızla hatayı giderebilirsiniz ve radyo, televizyon, gazete gibi sadece o an, o gün, o ay tüketilip bir kenara kaldırılmıyor, siz internet yayıncısı olarak geçmişi de temsil ediyorsunuz bir arşivle beraber geliyorsunuz. Dolayısıyla hatalarınızı düzelterek arşivinizi de daima düzeltebilirsiniz. Ama öbür taraftan tabii hatalarınızın yayılım hızı da ötekilere oranla çok yüksek, o yüzden de daha yüksek bir sorumluluk gerektiriyor.

 

ÖM: Ama geri besleme de çok hızlı. İnternet üzerinde enformal olarak yaşayan Ekşi Sözlük diye bir şey var, imzasız, anonim, vs. ama bunun etki alanı da epey yaygın anladığım kadarıyla. Şimdi onun yasaklanmasına ilişkin bir şey var, mesela esrarı teşvik ediyor, vs. bir de Türk Telekom’u mu eleştirmiş galiba yazarlarından biri.

 

AH: İki ayrı haber çıkmıştı.

 

EK: Dün tesadüfen bir bakayım burada ne var ne yok diye, birisiyle ilgili araştırma yapıyordum da Ekşi Sözlük’te de var mıdır diye. Gördüğünüz gibi bir kaynak olarak kullanıyorum. Fakat baktım Telekom’un levhası çıktı “girilmez, biz burayı yasakladık, kanunen yasaktır!” diye. Sonra onun etrafında dolaşılıp gidilebiliyormuş ama arkadaşlara ben haber verdim, böyle bir şey olmuş diye. Bu kadar çok enformel bilginin yığışmasının bir tür habere konu olanlar açısından telafi edilmesi sonuçları olabiliyor. Çünkü aslında bu, dedikodunun formelleştirilmesi, bu enformel dediğimiz şey. Olabilir, zaten dedikodusuz iletişim olur mu? İletişim oradan başlıyor, dedikodu ile başlıyor, daha doğrusu, haber dürüst yorum hürdür. O yüzden bence ortada olmasında fayda var. Ben onu bir grup insan olarak görüyorum, çünkü belli bir zihniyet beraberliği var oraya yazanlar arasında, çok gevşek de olsa. Nasıl hissediyorlar? Kimi kodlar orada nasıl algılanıyor, vs. bu açıdan önemsiyorum, öte yandan genç insanları yazmaya teşvik ediyor. Bence en önemli yanlarından bir tanesi bu. Ayrıca herkes ettiği lafa karşı laf edilebileceğini biliyor, bunun bilgisine sahip, dolayısıyla böyle bir faydalı yanı olduğunu söylemeliyim.

 

ÖM: Tehlikeli bulundu anlaşılan. Galiba süremizin sonuna geldik.

 

EK: Hay allah! Daha diyeceğim çok şey vardı!

 

ÖM: Her zaman böyle oluyor ama tekrar konuk ederiz, bundan da büyük mutluluk duyarız zaten. Bianet’in genel gidişatı nasıl mali olarak bağımsız bir iletişim ağı olarak?

 

EK: Biz 1997-2000 ve 2000-2003 arasında iki ayrı programdan MEDA’dan ve İnsan Hakları ve Demokrasi Programı’ndan hibe aldık. Proje bütçesinin %80’ini oradan karşıladık, %20’sini de biz bulduk. Bu Kasım’da bu dönemki kaynak kullanım miktarı ve süresi son buluyor. 2006 Kasım’ından itibaren henüz ortada görünürde bir yeni kaynak da yok fakat biz planlamaya çalışıyoruz geleceğimizi. Daha yaygın bir biçimde toplumdan, toplumsal sorumluluk sahibi insanlardan, Bianet izleyicilerinden, Açık Radyo izleyicilerinden ve yöneticilerinden destek isteyeceğiz. Tabii bakalım nasıl olacak, buna güvenebileceğimizi hissediyoruz. Sadece bununla gitmeyeceğini biliyoruz ama böyle bir kaynağa ihtiyaç var. Öte yandan bana sorarsanız, bizim açımızdan hiçbir bağlayıcı yönü olmamasına rağmen, AB’den kaynak sağlamak kimi izleyicilerimiz ya da kimi çevreler açısından ‘acaba’ sorularını gündeme getiriyor. Bundan da kurtulmuş olacağız bir dönem için, hadi bakalım onsuz da olabilirmiş, olduğu zaman da olmadığı zaman da fikir değişmiyormuş, bunu ispat etmek için bir imkân olabilir. Yani bu parasızlıktan bir hikmet de doğabilir. Ama şu an için 2007’ye kadar bir sorun yok, 2007 Kasım’ında bir uluslararası bağımsız medya forumuyla taçlandıracağız, projeyi öyle sonuçlandıracağız. Dünyanın pek çok yerinden bizim gibi, sizin gibi bağımsız olarak yayıncılık yapmaya çalışan alternatif ya da yurttaş gazeteciliği sürdürmeye çalışan kuruluşların nasıl ayakta durduklarını, haberciliği nasıl kurduklarını, kendilerini nasıl var ettiklerini birlikte tartışarak öğrenmeye çalışacağız. Özetle Dünya Sosyal Forumu’nun “başka dünya mümkün” yaklaşımını “başka bir iletişim mümkün”, “başka bir medya mümkün” diye yeniden üretmeye çalışıyoruz, çalışacağız. Umarım bunun mümkün olduğunu teorik olarak değil pratik olarak hep beraber ispat edeceğiz.

ÖM: Ben de umarım ve başarılar dileğimi de hemen eklemek isterim.

(23 Mayıs 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)